|
Kategori |
İngilizce |
Türkçe |
|
General |
|
1 |
Genel |
in one way zf.
|
bir bakıma |
|
In one way, it communitises this policy and creates prospects for further improvements.
Bir bakıma, bu politikayı toplumsallaştırıyor ve daha fazla iyileştirme için umut yaratıyor.
More Sentences
|
2 |
Genel |
in one sense zf.
|
bir anlamda |
|
In one sense I am almost amused that the resolution welcomes its creation nine years on.
Bir anlamda kararın dokuz yıl sonra ortaya çıkmasını memnuniyetle karşılaması beni neredeyse eğlendiriyor.
More Sentences
|
3 |
Genel |
in one night zf.
|
bir gecede |
|
In one night, the prophet Zechariah received eight visions from the Lord.
Zekeriya peygamber bir gecede Tanrı'dan sekiz görü aldı.
More Sentences
|
Phrasals |
|
4 |
Öbek Fiiller |
poke (one) in (some body part) f.
|
dürtmek |
|
Tom got poked in the eye.
Tom gözünden dürtüldü.
More Sentences
|
5 |
Öbek Fiiller |
close in on (one) f.
|
yaklaşmak |
|
The dogs were closing in on the deer.
Köpekler geyiğe yaklaşıyordu.
More Sentences
|
6 |
Öbek Fiiller |
engage (one) in (something) f.
|
(bir iş) yapmak |
|
Madam, what you wish to engage in now is a hypothetical discussion.
Hanımefendi, şu anda yapmak istediğiniz şey varsayımsal bir tartışmadır.
More Sentences
|
7 |
Öbek Fiiller |
engage (one) in (something) f.
|
(birini bir şeye) bulaştırmak |
|
We will not tolerate anyone who engages in terrorism.
Terörizme bulaşan hiç kimseye tolerans göstermeyeceğiz.
More Sentences
|
8 |
Öbek Fiiller |
permit (one) in (something or some place) f.
|
(birinin bir yere/bir şeye) girmesine izin vermek |
|
We do not know this with any certainty because no organisations or media are permitted in the area.
Bunu kesin olarak bilmiyoruz çünkü bölgeye hiçbir kuruluşun ya da medyanın girmesine izin verilmiyor.
More Sentences
|
Phrases |
|
9 |
İfadeler |
in contact with (one) expr.
|
(biriyle) temas halinde |
|
We will work with them and are of course already in contact with them, as this makes sense.
Onlarla birlikte çalışacağız ve elbette bu mantıklı olduğu için onlarla zaten temas halindeyiz.
More Sentences
|
10 |
İfadeler |
in contact with (one) expr.
|
(biriyle) irtibat halinde |
|
I've been in contact with him.
Onunla irtibat halindeyim.
More Sentences
|
Colloquial |
|
11 |
Konuşma Dili |
in one gulp expr.
|
bir dikişte (içmek) |
|
Tom drank all the juice in one gulp.
Tom bütün meyve suyunu bir dikişte içti.
More Sentences
|
12 |
Konuşma Dili |
in one gulp expr.
|
tek yudumda (içmek) |
|
Greta downed the beer in one gulp.
Greta birayı tek yudumda içti.
More Sentences
|
General |
|
13 |
Genel |
one foot in the grave i.
|
bir ayağı çukurda |
|
14 |
Genel |
one in number i.
|
bir adet |
|
15 |
Genel |
one in every week inspection i.
|
haftalık denetim |
|
|
16 |
Genel |
one skilled in the art of marking and protection of security documents i.
|
güvenlik dokümanlarının işaretlenmesi ve korunması konusunda uzman biri |
|
17 |
Genel |
hole in one i.
|
nadir başarı |
|
18 |
Genel |
hole in one i.
|
harika iş |
|
19 |
Genel |
hole in one i.
|
dikkate değer başarı |
|
20 |
Genel |
hole-in-one i.
|
nadir başarı |
|
21 |
Genel |
hole-in-one i.
|
harika iş |
|
22 |
Genel |
hole-in-one i.
|
dikkate değer başarı |
|
23 |
Genel |
give one a tickle in one's throat f.
|
gıcıklamak |
|
24 |
Genel |
give one a tickle in one's throat f.
|
gıcık vermek |
|
25 |
Genel |
put one´s foot in it f.
|
baltayı taşa vurmak |
|
26 |
Genel |
be guarded in what one says f.
|
lafına dikkat etmek |
|
27 |
Genel |
guarded in what one says f.
|
lafına dikkat etmek |
|
28 |
Genel |
have it in one f.
|
yeteneği olmak |
|
29 |
Genel |
give as good as one gets (in an argument) f.
|
laf altında kalmamak |
|
30 |
Genel |
(a single) get (someone) to number one in the chart f.
|
listede bir numaraya taşımak |
|
31 |
Genel |
(a single) get (someone) to number one in the chart f.
|
bir numaraya çıkarmak |
|
32 |
Genel |
(a single) get (someone) to number one in the chart f.
|
bir numara yapmak |
|
33 |
Genel |
see someone in one´s dream f.
|
rüyasında birisini görmek |
|
34 |
Genel |
see someone in one´s dream f.
|
rüyasında birini görmek |
|
35 |
Genel |
end up being the one in the wrong f.
|
haksız duruma düşmek |
|
|
36 |
Genel |
blind in one eye s.
|
bir gözü kör |
|
37 |
Genel |
deaf in one ear s.
|
tek kulağı sağır |
|
38 |
Genel |
triannual (three times in one year) s.
|
senede üç kez |
|
39 |
Genel |
triannual (three times in one year) s.
|
senede üç defa |
|
40 |
Genel |
triannual (three times in one year) s.
|
yılda üç kez |
|
41 |
Genel |
triannual (three times in one year) s.
|
yılda üç defa |
|
42 |
Genel |
triannual (three times in one year) s.
|
yılda üç sefer |
|
43 |
Genel |
triannual (three times in one year) s.
|
senede üç sefer |
|
44 |
Genel |
all in one package s.
|
hepsi tek pakette |
|
45 |
Genel |
colourblind in one eye s.
|
sadece tek gözü renk körü |
|
46 |
Genel |
in one go zf.
|
bir kerede |
|
47 |
Genel |
in one way or another zf.
|
bir türlü |
|
48 |
Genel |
in one move zf.
|
bir hamlede |
|
49 |
Genel |
in one respect zf.
|
bir bakıma |
|
50 |
Genel |
in one sense zf.
|
bir taraftan |
|
51 |
Genel |
in one sense zf.
|
bir manada |
|
52 |
Genel |
in one go zf.
|
bir seferde |
|
53 |
Genel |
all in one breath zf.
|
bir solukta |
|
54 |
Genel |
all in one breath zf.
|
hepsini bir anda |
|
55 |
Genel |
all in one breath zf.
|
bir nefeste |
|
56 |
Genel |
in one piece zf.
|
tek parça |
|
57 |
Genel |
three times in one year zf.
|
yılda üç kez |
|
58 |
Genel |
three times in one year zf.
|
senede üç kez |
|
59 |
Genel |
three times in one year zf.
|
yılda üç sefer |
|
60 |
Genel |
three times in one year zf.
|
senede üç sefer |
|
61 |
Genel |
three times in one year zf.
|
senede üç defa |
|
62 |
Genel |
three times in one year zf.
|
yılda üç defa |
|
63 |
Genel |
two in one zf.
|
ikisi bir arada |
|
64 |
Genel |
in one hand zf.
|
(kumar) tek elde |
|
65 |
Genel |
in one way or another zf.
|
o ya da bu şekilde |
|
66 |
Genel |
in one ear zf.
|
tek kulaktan |
|
67 |
Genel |
in one case zf.
|
bir keresinde |
|
68 |
Genel |
one in every three patients zm.
|
her üç hastadan biri |
|
Phrasals |
|
69 |
Öbek Fiiller |
poke (one) in (some body part) f.
|
(bir yerini) çıkarmak |
|
70 |
Öbek Fiiller |
poke (one) in (some body part) f.
|
(birisini bir yerine) bir şey sokmak/bir şey batırmak |
|
71 |
Öbek Fiiller |
close in on (one) f.
|
etrafını sarmak |
|
72 |
Öbek Fiiller |
close in on (one) f.
|
çember içine almak |
|
73 |
Öbek Fiiller |
close in on (one) f.
|
çevresini sarmak |
|
74 |
Öbek Fiiller |
close in on (one) f.
|
(duygular, düşünceler) üstüne çökmek |
|
75 |
Öbek Fiiller |
close in on (one) f.
|
(duygular, düşünceler) çepeçevre sarmak |
|
|
76 |
Öbek Fiiller |
close in on (one) f.
|
eli kulağında olmak |
|
77 |
Öbek Fiiller |
confirm (one) in (something) f.
|
birisinin dinine bağlılığını kuvvetlendirecek bir dinsel ayin düzenlemek |
|
78 |
Öbek Fiiller |
confirm (one) in (something) f.
|
birisi için dini tören yapmak |
|
79 |
Öbek Fiiller |
deal (one) in f.
|
(birini) bir işe, projeye katmak |
|
80 |
Öbek Fiiller |
school (one) (in something) f.
|
(birine bir şeyde) üstünlük sağlamak |
|
81 |
Öbek Fiiller |
school (one) (in something) f.
|
(birine bir şeyde) baskın çıkmak |
|
82 |
Öbek Fiiller |
school (one) (in something) f.
|
(bir şeyde birinin) hakkından gelmek |
|
83 |
Öbek Fiiller |
school (one) (in something) f.
|
(bir şeyde birini) yenmek/alt etmek |
|
84 |
Öbek Fiiller |
sustain (one) in (something) f.
|
(birini bir durumda/vaziyette) ayakta tutmaya çalışmak |
|
85 |
Öbek Fiiller |
sustain (one) in (something) f.
|
(birini bir şeyde) desteklemek |
|
86 |
Öbek Fiiller |
sustain (one) in (something) f.
|
(birinin bir durumda) ayakta kalmasına yardım etmek |
|
87 |
Öbek Fiiller |
sustain (one) in (something) f.
|
(birinin bir durumda) devam etmesine yardım etmek |
|
88 |
Öbek Fiiller |
sustain (one) in (something) f.
|
(birini bir dönemde) ekonomik olarak beslemek |
|
89 |
Öbek Fiiller |
sustain (one) in (something) f.
|
(birini bir dönemde) ekonomik olarak desteklemek |
|
90 |
Öbek Fiiller |
sustain (one) in (something) f.
|
(birini bir dönemde) ekonomik olarak ayakta tutmak |
|
91 |
Öbek Fiiller |
sustain (one) in (something) f.
|
(birinin bir dönemde) ekonomik devamlılığını sağlamak |
|
92 |
Öbek Fiiller |
sustain (one) in (something) f.
|
(birine bir şeyde) ekonomik destek vermek |
|
93 |
Öbek Fiiller |
lead (one) in f.
|
(birini) içeri almak |
|
94 |
Öbek Fiiller |
lead (one) in f.
|
(birini) içeri yönlendirmek |
|
95 |
Öbek Fiiller |
mix (one) up in (something) f.
|
(birini bir şeye) dahil etmek |
|
96 |
Öbek Fiiller |
mix (one) up in (something) f.
|
(birini bir şeye) katmak |
|
97 |
Öbek Fiiller |
frighten (one) in f.
|
(birini/bir şeyi) korkutup içeri sokmak |
|
98 |
Öbek Fiiller |
frighten (one) in f.
|
(birini/bir şeyi) içeri girmesi için korkutmak |
|
99 |
Öbek Fiiller |
frighten (one) in f.
|
(birini) içeri girmesi için ikaz etmek |
|
100 |
Öbek Fiiller |
frighten (one) in f.
|
(birini/bir şeyi) içeri sokmak için gözünü korkutmak |
|
101 |
Öbek Fiiller |
ask (one) in f.
|
(birini) içeriye davet etmek |
|
102 |
Öbek Fiiller |
ask (one) in f.
|
(birini bir yere) davet etmek |
|
103 |
Öbek Fiiller |
ask (one) in f.
|
(birini) içeri/eve/bir yere almak |
|
104 |
Öbek Fiiller |
clap (one) in (something or some place) f.
|
birini bir yere/bir şeye (hapse, kodese) tıkmak |
|
105 |
Öbek Fiiller |
clap (one) in (something or some place) f.
|
birini bir yere/bir şeye (hapse, kodese) kapatmak |
|
106 |
Öbek Fiiller |
clap (one) in (something or some place) f.
|
birini bir yere/bir şeye (hapse, kodese) atmak |
|
107 |
Öbek Fiiller |
clap (one) in (something) f.
|
(birinin) ellerini/ayaklarını (kelepçeyle, iple) bağlamak |
|
108 |
Öbek Fiiller |
confide in (one) f.
|
(birine) sırrını söylemek |
|
109 |
Öbek Fiiller |
confide in (one) f.
|
(birine) güvenip sırrını açmak |
|
110 |
Öbek Fiiller |
confide in (one) f.
|
(birine) güvenip sır vermek |
|
111 |
Öbek Fiiller |
confide in (one) f.
|
(birine) güvenip içini dökmek |
|
112 |
Öbek Fiiller |
count (one) in on (something) f.
|
(birini bir şeye) dahil etmek |
|
113 |
Öbek Fiiller |
count (one) in on (something) f.
|
(birinin bir planın, etkinliğin) içinde saymak |
|
114 |
Öbek Fiiller |
count (one) in on (something) f.
|
(birine bir şeyde) yer vermek |
|
115 |
Öbek Fiiller |
count (one) in on (something) f.
|
(birini bir plana, etkinliğe) katılacakların/dahil olacakların içinde saymak |
|
116 |
Öbek Fiiller |
dangle (something) in front of (one) f.
|
(birini bir şeyle) kandırmaya çalışmak |
|
117 |
Öbek Fiiller |
dangle (something) in front of (one) f.
|
(birinin) gözünün önünde (bir şey) sallandırıp aklını çelmeye/kandırmaya çalışmak |
|
118 |
Öbek Fiiller |
deal (one) in f.
|
(birini) dahil etmek |
|
119 |
Öbek Fiiller |
embroil (one) in (something) f.
|
(birini) bir şeye (konuya/tartışmaya) karıştırmak |
|
120 |
Öbek Fiiller |
embroil (one) in (something) f.
|
(birini) bir şeye (konuya/tartışmaya) bulaştırmak |
|
121 |
Öbek Fiiller |
embroil (one) in (something) f.
|
(birini) bir şeye (konuya/tartışmaya) sokmak |
|
122 |
Öbek Fiiller |
encourage (one) in (something) f.
|
(birini bir konunda/alanda) cesaretlendirmek |
|
123 |
Öbek Fiiller |
encourage (one) in (something) f.
|
(birini bir konunda/alanda) desteklemek |
|
124 |
Öbek Fiiller |
encourage (one) in (something) f.
|
(birini bir konunda/alanda) teşvik etmek |
|
125 |
Öbek Fiiller |
encourage (one) in (something) f.
|
(birini bir konunda/alanda) gayretlendirmek |
|
126 |
Öbek Fiiller |
engage (one) in (something) f.
|
(bir şeyle) meşgul olmak |
|
127 |
Öbek Fiiller |
engage (one) in (something) f.
|
(birini bir şeyin) içine çekmek |
|
128 |
Öbek Fiiller |
engage (one) in (something) f.
|
(birini bir şeye) dahil etmek/katmak |
|
129 |
Öbek Fiiller |
engage (one) in (something) f.
|
(birini bir şeyle) oyalamak |
|
130 |
Öbek Fiiller |
engage (one) in (something) f.
|
(birini bir şeyle) meşgul etmek |
|
131 |
Öbek Fiiller |
examine (one) in (something) f.
|
(birinin bir konudaki/alandaki) bilgisini sınamak |
|
132 |
Öbek Fiiller |
examine (one) in (something) f.
|
(birini bir konuda/alanda) sınav yapmak |
|
133 |
Öbek Fiiller |
examine (one) in (something) f.
|
(birini bir şeyden) sınav yapmak |
|
134 |
Öbek Fiiller |
excite (something) in (one) f.
|
(birinde bir şey) uyandırmak |
|
135 |
Öbek Fiiller |
excite (something) in (one) f.
|
(birinde bir şeyi) tetiklemek |
|
136 |
Öbek Fiiller |
excite (something) in (one) f.
|
(birine bir şey) hissettirmek |
|
137 |
Öbek Fiiller |
exercise (one) in (something) f.
|
(birini bir konuda) eğitmek |
|
138 |
Öbek Fiiller |
exercise (one) in (something) f.
|
(birini bir şeye) çalıştırmak |
|
139 |
Öbek Fiiller |
find (one) in f.
|
(birini) evinde/iş yerinde bulmak |
|
140 |
Öbek Fiiller |
find (one) in f.
|
(birini) yerinde (ofisinde, evinde) bulmak |
|
141 |
Öbek Fiiller |
hand (something) in to (one) f.
|
(birine ödev/sınav kağıdı ) teslim etmek |
|
142 |
Öbek Fiiller |
hand (something) in to (one) f.
|
(bir şeyi birine) teslim etmek/vermek |
|
143 |
Öbek Fiiller |
include (one) in (something) f.
|
(birini bir şeye) dahil etmek |
|
144 |
Öbek Fiiller |
include (one) in (something) f.
|
(birini bir şeye) sokmak/katmak |
|
145 |
Öbek Fiiller |
include (one) in (something) f.
|
(birini bir şeyin) içine/kapsamına almak |
|
146 |
Öbek Fiiller |
include (one) in (something) f.
|
(birine bir şeyde) yer vermek |
|
147 |
Öbek Fiiller |
let (one) in on (something) f.
|
(birine) gizli/herkesin bilmediği bir sırrı açıklamak |
|
148 |
Öbek Fiiller |
let (one) in on (something) f.
|
(birini gizli bir şeye) dahil etmek |
|
149 |
Öbek Fiiller |
let (one) in on (something) f.
|
(birini bir şeyin) içine aldırmak |
|
150 |
Öbek Fiiller |
let (one) in on (something) f.
|
(birini bir şeye) ortak etmek |
|
151 |
Öbek Fiiller |
park (one) in f.
|
(birinin) arabasının arkasına/önüne/çıkışına park etmek |
|
152 |
Öbek Fiiller |
park (one) in f.
|
(birinin) arabasını park yerinde kitlemek |
|
153 |
Öbek Fiiller |
park (one) in f.
|
(birinin) park yerinden çıkışını engelleyecek şekilde park etmek |
|
154 |
Öbek Fiiller |
park (one) in f.
|
(birinin) arkasına/çıkışına/önüne park etmek |
|
155 |
Öbek Fiiller |
participate in (something) (with one) f.
|
(biriyle bir şeye) katılmak |
|
156 |
Öbek Fiiller |
participate in (something) (with one) f.
|
(biriyle bir şeye) iştirak etmek |
|
157 |
Öbek Fiiller |
pass (something) in to (one) f.
|
(birine ödev/sınav kağıdı) teslim etmek |
|
158 |
Öbek Fiiller |
pass (something) in to (one) f.
|
(bir şeyi birine) teslim etmek/vermek |
|
Phrases |
|
159 |
İfadeler |
would see (someone) in hell before (one) would (do something) expr.
|
(bir şeyi) yapmaktansa/yapacağıma cehenneme giderim daha iyi |
|
160 |
İfadeler |
would see (someone) in hell before (one) would (do something) expr.
|
(bir şeyi) yapmaktansa/yapacağıma ölürüm daha iyi |
|
161 |
İfadeler |
would see (someone) in hell before (one) would (do something) expr.
|
ölsem (bir şeyi) yapmam |
|
162 |
İfadeler |
would see (someone) in hell before (one) would (do something) expr.
|
ölürüm de (bir şeyi) yapmam |
|
163 |
İfadeler |
all in one expr.
|
aynı anda |
|
164 |
İfadeler |
in one instance expr.
|
bir defasında |
|
165 |
İfadeler |
friendship is one mind in two bodies expr.
|
dostluk aynı düşünceleri paylaşmaktır |
|
166 |
İfadeler |
one day in the not-so-distant future expr.
|
çok da uzak olmayan bir zamanda |
|
167 |
İfadeler |
we have one suspect in custody expr.
|
gözaltında bir şüpheli var |
|
168 |
İfadeler |
one in a million expr.
|
milyonda bir |
|
169 |
İfadeler |
almost one in five londoners expr.
|
londralıların neredeyse beşte biri |
|
170 |
İfadeler |
no one should be judge in his own cause expr.
|
kimse kendi davasının hakimi olamaz |
|
171 |
İfadeler |
no-one is judge in his own cause expr.
|
kimse kendi davasının hakimi olamaz |
|
172 |
İfadeler |
one may not be a judge in one’s own cause expr.
|
kimse kendi davasının hakimi olamaz |
|
173 |
İfadeler |
ever in one expr.
|
mütemadi olarak |
|
174 |
İfadeler |
last one in is a rotten egg expr.
|
sona kalan çürük yumurta |
|
175 |
İfadeler |
last one in is a rotten egg expr.
|
son gelen çürük yumurta |
|
176 |
İfadeler |
in one body expr.
|
topyekun |
|
177 |
İfadeler |
one in half a million expr.
|
yarım milyonda bir |
|
178 |
İfadeler |
three in one expr.
|
üçü bir arada |
|
179 |
İfadeler |
in (all) fairness (to one) expr.
|
doğrusu |
|
180 |
İfadeler |
in (all) fairness (to one) expr.
|
doğruyu söylemek gerekirse |
|
181 |
İfadeler |
in (all) fairness (to one) expr.
|
ne yalan söyleyeyim |
|
182 |
İfadeler |
in one regard expr.
|
bir açıdan |
|
183 |
İfadeler |
in contact with (one) expr.
|
(biriyle) iletişim içerisinde |
|
184 |
İfadeler |
in contact with (one) expr.
|
(biriyle) iletişim/temas/irtibat kurmuş |
|
185 |
İfadeler |
in contact with (one) expr.
|
(biriyle) iletişime/irtibata/temasa geçmiş |
|
186 |
İfadeler |
in the interest of (one) expr.
|
(birinin) yararına |
|
187 |
İfadeler |
in the interest of (one) expr.
|
(birinin) menfaatine |
|
Proverb |
|
188 |
Atasözü |
in the country of the blind the one-eyed man is king
|
koyunun olmadığı yerde keçiye abdurrahman çelebi derler |
|
189 |
Atasözü |
in the country of the blind the one-eyed man is king
|
koyunun olmadığı yerde keçiye abdurrahman çelebi denir |
|
190 |
Atasözü |
in the country of the blind, the one-eyed man is king
|
körler ülkesinde tek gözü olan adam kral olur |
|
191 |
Atasözü |
in the country of the blind the one-eyed man is king
|
körler ülkesinde şaşılar kral olur |
|
192 |
Atasözü |
one cannot be in two places at once
|
on tane elim yok. her yere aynı anda koşamam/yetişemem |
|
193 |
Atasözü |
(one) does not wash (one's) dirty linen in public
|
(biri) kirli çamaşırlarını ortaya dökmez |
|
194 |
Atasözü |
(one) does not wash (one's) dirty linen in public
|
(biri) her şeyini/özel hayatını herkesin içinde anlatmaz |
|
195 |
Atasözü |
(one) has made (one's) bed and (one) will have to lie in it
|
kendi düşen ağlamaz |
|
196 |
Atasözü |
(one) made (one's) bed and (one) has to lie in it
|
kendi düşen ağlamaz |
|
197 |
Atasözü |
(one) made (one's) bed and (one) must lie in it
|
kendi düşen ağlamaz |
|
198 |
Atasözü |
you can't sit in two chairs with one butt
|
aynı anda her yere yetişemezsin |
|
199 |
Atasözü |
you can't sit in two chairs with one butt
|
aynı anda bir çok işi yapamazsın |
|
200 |
Atasözü |
you can't sit in two chairs with one butt
|
iki şey aynı anda yapılamaz |
|
201 |
Atasözü |
you can't sit in two chairs with one butt
|
ikisinden birini seçmesi gerek |
|
Colloquial |
|
202 |
Konuşma Dili |
a one in a thousand chance i.
|
binde bir şans |
|
203 |
Konuşma Dili |
one day in the not-so-distant future i.
|
çok da uzak olmayan gelecekteki bir gün (orta vadede bir gün) |
|
204 |
Konuşma Dili |
four seasons in one day i.
|
bir günde dört mevsim |
|
205 |
Konuşma Dili |
four seasons in one day i.
|
çok hızlı değişen hava |
|
206 |
Konuşma Dili |
four seasons in one day i.
|
tutarsız hava şartları |
|
207 |
Konuşma Dili |
four seasons in one day i.
|
değişken hava şartları |
|
208 |
Konuşma Dili |
four seasons in one day i.
|
gün içinde sürekli değişen hava şartları |
|
209 |
Konuşma Dili |
four seasons in one day i.
|
dengesiz hava |
|
210 |
Konuşma Dili |
one shot in (one's) locker [old-fashioned] i.
|
(birinin) son şansı/fırsatı |
|
211 |
Konuşma Dili |
one shot in (one's) locker [old-fashioned] i.
|
(birinin) tek atımlık/son kurşunu |
|
212 |
Konuşma Dili |
one shot in your locker i.
|
son şansın/fırsatın |
|
213 |
Konuşma Dili |
one shot in your locker i.
|
tek atımlık/son kurşunun |
|
214 |
Konuşma Dili |
anything in it for (one) i.
|
(birinin) herhangi bir kazancı |
|
215 |
Konuşma Dili |
anything in it for (one) i.
|
(birinin) herhangi bir çıkarı |
|
216 |
Konuşma Dili |
anything in it for (one) i.
|
(birinin) çıkarına/yararına olabilecek bir şey |
|
217 |
Konuşma Dili |
have one thing in common f.
|
bir ortak noktası olmak |
|
218 |
Konuşma Dili |
go in one ear and out the other f.
|
bir kulağından girip öteki kulağından çıkmak |
|
219 |
Konuşma Dili |
place all your eggs in one basket f.
|
her şeyini riske atmak |
|
220 |
Konuşma Dili |
get something in one f.
|
bir şeyi anında bilmek |
|
221 |
Konuşma Dili |
get something in one f.
|
bir şeyi ilk denemede bilmek |
|
222 |
Konuşma Dili |
get something in one f.
|
bir şeyi ilk seferde bilmek |
|
223 |
Konuşma Dili |
get something in one f.
|
bir şeyi ilk seferde doğru tahmin etmek |
|
224 |
Konuşma Dili |
get something in one f.
|
bir şeyi hemen çözmek |
|
225 |
Konuşma Dili |
get something in one f.
|
bir şeyi hemen anlamak |
|
226 |
Konuşma Dili |
get something in one f.
|
bir şeyi ilk bakışta anlamak |
|
227 |
Konuşma Dili |
get something in one f.
|
bir şeyi bir bakışta anlamak |
|
228 |
Konuşma Dili |
have got it in (one) f.
|
(birinin) içinde olmak |
|
229 |
Konuşma Dili |
have got it in (one) f.
|
belli bir yeteneğe sahip olmak |
|
230 |
Konuşma Dili |
have got it in (one) f.
|
bir yeteneği içinde barındırmak |
|
231 |
Konuşma Dili |
put (one) in power f.
|
(birini) yönetime/iktidara getirmek |
|
232 |
Konuşma Dili |
clue (one) in f.
|
(birini) bilgilendirmek |
|
233 |
Konuşma Dili |
clue (one) in f.
|
(birine) bilgi vermek |
|
234 |
Konuşma Dili |
clue (one) in f.
|
(birini) aydınlatmak |
|
235 |
Konuşma Dili |
clue (one) in f.
|
(birine) doğru bilgiyi vermek |
|
236 |
Konuşma Dili |
clue (one) in f.
|
(birinin) yanlış bildiklerini düzeltmek |
|
237 |
Konuşma Dili |
have it in one to do something f.
|
birinin bir şey yapma yeteneği olmak |
|
238 |
Konuşma Dili |
have it in one to do something f.
|
bir şey yapma becerisi birinin içinde olmak |
|
239 |
Konuşma Dili |
have it in one to do something f.
|
bir şey yapma yeteneğini içinde barındırmak |
|
240 |
Konuşma Dili |
have it in one to do f.
|
yapma yeteneği olmak |
|
241 |
Konuşma Dili |
have it in one to do f.
|
yapma becerisine sahip olmak |
|
242 |
Konuşma Dili |
have it in one to do f.
|
yapmak birinin içinde olmak |
|
243 |
Konuşma Dili |
have it in one to do f.
|
yapma yeteneğini içinde barındırmak |
|
244 |
Konuşma Dili |
have it in one to do f.
|
yapma kapasitesi olmak |
|
245 |
Konuşma Dili |
have it in one to do f.
|
yapma potansiyeli olmak |
|
246 |
Konuşma Dili |
have it in one to do something f.
|
bir şey yapma yeteneği olmak |
|
247 |
Konuşma Dili |
have it in one to do something f.
|
bir şey yapma becerisine sahip olmak |
|
248 |
Konuşma Dili |
have it in one to do something f.
|
bir şey yapmak birinin içinde olmak |
|
249 |
Konuşma Dili |
have it in one to do something f.
|
bir şey yapma kapasitesi olmak |
|
250 |
Konuşma Dili |
have it in one to do something f.
|
bir şey yapma potansiyeli olmak |
|
251 |
Konuşma Dili |
in one form or another expr.
|
bir şekilde |
|
252 |
Konuşma Dili |
got it in one expr.
|
doğru tahmin ettin |
|
253 |
Konuşma Dili |
all in one expr.
|
hem ... hem de |
|
254 |
Konuşma Dili |
all rolled in one expr.
|
hepsi bir arada |
|
255 |
Konuşma Dili |
all in one expr.
|
hepsi bir arada |
|
256 |
Konuşma Dili |
in one form or another expr.
|
o veya bu şekilde |
|
257 |
Konuşma Dili |
all in one piece expr.
|
sapasağlam |
|
258 |
Konuşma Dili |
got it in one expr.
|
tam üstüne bastın |
|
259 |
Konuşma Dili |
got it in one expr.
|
tam isabet |
|
260 |
Konuşma Dili |
in one piece expr.
|
tek parça olarak |
|
261 |
Konuşma Dili |
all in one expr.
|
tümü bir arada |
|
262 |
Konuşma Dili |
in one piece expr.
|
tek parça halinde |
|
263 |
Konuşma Dili |
all in one piece expr.
|
tek parça halinde |
|
264 |
Konuşma Dili |
all in one piece expr.
|
zarar görmemiş |
|
265 |
Konuşma Dili |
in one go [uk] expr.
|
bir seferde |
|
266 |
Konuşma Dili |
in one go [uk] expr.
|
bir kerede |
|
267 |
Konuşma Dili |
in one go [uk] expr.
|
bir defada |
|
268 |
Konuşma Dili |
in one go [uk] expr.
|
bir gidişte |
|
269 |
Konuşma Dili |
in one go [uk] expr.
|
bir oturuşta |
|
270 |
Konuşma Dili |
no one in his/her/their right mind would (do something) expr.
|
(bir şeyi yapmak) akıllı işi değil |
|
271 |
Konuşma Dili |
no one in his/her/their right mind would (do something) expr.
|
aklı başında olan hiç kimse (bir şeyi yapmaz) |
|
272 |
Konuşma Dili |
in one hell of a hurry expr.
|
çok acele içerisinde |
|
273 |
Konuşma Dili |
in more ways than one expr.
|
birçok açıdan |
|
274 |
Konuşma Dili |
in more ways than one expr.
|
birden fazla yönden |
|
275 |
Konuşma Dili |
in more ways than one expr.
|
birçok yönden |
|
276 |
Konuşma Dili |
in more ways than one expr.
|
birçok anlamda |
|
277 |
Konuşma Dili |
in more ways than one expr.
|
birden fazla anlamda |
|
278 |
Konuşma Dili |
at/in one go [uk] expr.
|
bir çırpıda |
|
279 |
Konuşma Dili |
at/in one go [uk] expr.
|
bir hamlede |
|
280 |
Konuşma Dili |
at/in one go [uk] expr.
|
tek hareketle |
|
281 |
Konuşma Dili |
at/in one go [uk] expr.
|
aynı anda |
|
282 |
Konuşma Dili |
at/in one go [uk] expr.
|
tek vuruşta |
|
283 |
Konuşma Dili |
at/in one go [uk] expr.
|
aynı zamanda |
|
284 |
Konuşma Dili |
at/in one go [uk] expr.
|
bir kerde |
|
285 |
Konuşma Dili |
at/in one go [uk] expr.
|
tek seferde |
|
286 |
Konuşma Dili |
at/in one go [uk] expr.
|
bir oturuşta |
|
287 |
Konuşma Dili |
got it in one expr.
|
doğru tahmin ettin |
|
288 |
Konuşma Dili |
got it in one expr.
|
tam isabet |
|
289 |
Konuşma Dili |
got it in one expr.
|
tam üstüne bastın |
|
290 |
Konuşma Dili |
you've got it in one [uk] expr.
|
doğru tahmin ettin |
|
291 |
Konuşma Dili |
you've got it in one [uk] expr.
|
tam isabet |
|
292 |
Konuşma Dili |
you've got it in one [uk] expr.
|
tam üstüne bastın |
|
293 |
Konuşma Dili |
in bad with (one) expr.
|
(biriyle) sorunlu |
|
294 |
Konuşma Dili |
in bad with (one) expr.
|
(biriyle) arası kötü/bozuk |
|
295 |
Konuşma Dili |
in bad with (one) expr.
|
(birinin) gözünden düşmüş |
|
296 |
Konuşma Dili |
in bad with (one) expr.
|
(biriyle) arası açık |
|
297 |
Konuşma Dili |
in bad with (one) expr.
|
(biriyle) kötü |
|
298 |
Konuşma Dili |
nothing in it for (one) expr.
|
(birine) bir faydası yok |
|
299 |
Konuşma Dili |
nothing in it for (one) expr.
|
(birinin) eline geçen bir şey yok |
|
300 |
Konuşma Dili |
what's in it for (one)? expr.
|
bundan (birinin) çıkarı ne olacak? |
|
301 |
Konuşma Dili |
what's in it for (one)? expr.
|
(birine) ne faydası var? |
|
Idioms |
|
302 |
Deyim |
a one-in-a-million chance i.
|
milyonda bir ihtimal |
|
303 |
Deyim |
a one in a million chance i.
|
milyonda bir ihtimal |
|
304 |
Deyim |
a one-in-a-million chance i.
|
çok düşük bir ihtimal |
|
305 |
Deyim |
a one in a million chance i.
|
çok düşük bir ihtimal |
|
306 |
Deyim |
a one-in-a-million chance i.
|
çok uzak ihtimal |
|
307 |
Deyim |
a one in a million chance i.
|
çok uzak ihtimal |
|
308 |
Deyim |
a one-in-a-million chance i.
|
yok denecek kadar az şans |
|
309 |
Deyim |
a one in a million chance i.
|
yok denecek kadar az şans |
|
310 |
Deyim |
a one-in-a-million chance i.
|
çok zayıf ihtimal |
|
311 |
Deyim |
a one in a million chance i.
|
çok zayıf ihtimal |
|
312 |
Deyim |
a one-in-a-million chance i.
|
binde bir çıkacak fırsat |
|
313 |
Deyim |
a one-in-a-million chance i.
|
çok zor/zayıf ihtimal |
|
314 |
Deyim |
a one-in-a-million chance i.
|
şansı/fırsatı/olasılığı binde bir olma |
|
315 |
Deyim |
a one in a million chance i.
|
binde bir çıkacak fırsat |
|
316 |
Deyim |
a one in a million chance i.
|
çok zor/zayıf ihtimal |
|
317 |
Deyim |
a one in a million chance i.
|
şansı/fırsatı/olasılığı binde bir olma |
|
318 |
Deyim |
one in the eye for i.
|
kulağına küpe |
|
319 |
Deyim |
hole in one i.
|
tek/ilk seferde başarma |
|
320 |
Deyim |
one in the oven i.
|
anne karnındaki bebek |
|
321 |
Deyim |
one in the oven i.
|
beklenen bebek |
|
322 |
Deyim |
one in the oven i.
|
henüz doğmamış bebek |
|
323 |
Deyim |
put all your eggs in one basket f.
|
tek bir şeye bel bağlamak |
|
324 |
Deyim |
give one the lie in his throat f.
|
yalanını yüzüne vurmak |
|
325 |
Deyim |
leave one in the lurch f.
|
birini yüzüstü bırakmak |
|
326 |
Deyim |
leave one out in the cold f.
|
ihmal etmek |
|
327 |
Deyim |
lie in one f.
|
hakimiyeti altında olmak |
|
328 |
Deyim |
pay one in his own coin f.
|
misilleme yapmak |
|
329 |
Deyim |
stand one in hand f.
|
birini ilgilendirmek |
|
330 |
Deyim |
lie in one f.
|
ait olmak |
|
331 |
Deyim |
stand one in hand f.
|
birini etkilemek |
|
332 |
Deyim |
leave one out in the cold f.
|
boşlamak |
|
333 |
Deyim |
leave one in the lurch f.
|
terk etmek |
|
334 |
Deyim |
leave one in the lurch f.
|
zor durumda bırakmak |
|
335 |
Deyim |
need (something) (about) as much as (one) needs a hole in the head f.
|
hiç ihtiyacı/gereği olmamak |
|
336 |
Deyim |
need (something) (about) as much as (one) needs a hole in the head f.
|
hiçbir şekilde ihtiyaç/gerek/lüzum duymamak |
|
337 |
Deyim |
be with (one) in spirit f.
|
(biri) hep aklında/kalbinde olmak |
|
338 |
Deyim |
be with (one) in spirit f.
|
(birini) hep yüreğinde/kalbinde taşımak |
|
339 |
Deyim |
be with (one) in spirit f.
|
aklı/yüreği/kalbi/ruhen (biriyle) olmak |
|
340 |
Deyim |
be with (one) in spirit f.
|
sevgilerini/iyi dileklerini göndermek |
|
341 |
Deyim |
dangle a carrot in front of (one) f.
|
bir ödül karşılığında kandırmaya çalışmak |
|
342 |
Deyim |
dangle a carrot in front of (one) f.
|
mükafat vaat ederek bir işi yaptırmaya çalışmak |
|
343 |
Deyim |
dangle a carrot in front of (one) f.
|
bir mükafatla teşvik etmek |
|
344 |
Deyim |
dangle a carrot in front of (one) f.
|
bir ödülle motive etmek |
|
345 |
Deyim |
carry fire in one hand and water in the other f.
|
iki yüzlü olmak |
|
346 |
Deyim |
carry fire in one hand and water in the other f.
|
iki yüzlü davranmak |
|
347 |
Deyim |
catch (one) with (one's) fingers in the till f.
|
suçüstü yakalamak |
|
348 |
Deyim |
catch (one) with (one's) fingers in the till f.
|
para çalarken yakalamak |
|
349 |
Deyim |
catch (one) with (one's) fingers in the till f.
|
para çaldığını anlamak |
|
350 |
Deyim |
need (something) (about) as much as (one) needs a hole in the head f.
|
bir şeye zerre kadar ihtiyacı olmamak |
|
351 |
Deyim |
need (something) (about) as much as (one) needs a hole in the head f.
|
bir şeye hiçbir şekilde gereksinim duymamak |
|
352 |
Deyim |
need (something) (about) as much as (one) needs a hole in the head f.
|
bir şeyin en ufak eksikliğini çekmemek |
|
353 |
Deyim |
need (something) (about) as much as (one) needs a hole in the head f.
|
bir şeye kesinlikle lüzum duymamak |
|
354 |
Deyim |
barely put one foot in front of the other f.
|
adım atacak hali olmamak |
|
355 |
Deyim |
hardly put one foot in front of the other f.
|
adım atacak hali olmamak |
|
356 |
Deyim |
stop one dead in one's tracks f.
|
aniden durmak |
|
357 |
Deyim |
stop one dead in tracks f.
|
aniden durmak |
|
358 |
Deyim |
go in at one ear and out at the other f.
|
bir kulağından girip öbüründen çıkmak |
|
359 |
Deyim |
go in one ear and out the other f.
|
bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak |
|
360 |
Deyim |
have one foot in the grave f.
|
bir ayağı mezarda olmak |
|
361 |
Deyim |
complain till one is blue in the face f.
|
başının etini yemek |
|
362 |
Deyim |
talk until one is blue in the face f.
|
bitap düşene kadar konuşmak |
|
363 |
Deyim |
give one lump in one's throat f.
|
boğazını düğümlemek |
|
364 |
Deyim |
have one in the oven f.
|
bebek beklemek |
|
365 |
Deyim |
leave one out in the cold f.
|
birine soğuk yapmak |
|
366 |
Deyim |
have it in one f.
|
beceriye sahip olmak |
|
367 |
Deyim |
have one foot in the grave f.
|
bir ayağı çukurda olmak |
|
368 |
Deyim |
keep one in one's place f.
|
birini yerinde/mevkisinde/görevinde tutmak |
|
369 |
Deyim |
go in at one ear and out at the other f.
|
bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak |
|
370 |
Deyim |
have one foot in the grave f.
|
bir gözü toprağa bakmak |
|
371 |
Deyim |
have one in the oven f.
|
bir bebeğe hamile olmak |
|
372 |
Deyim |
stop one dead in tracks f.
|
donakalmak |
|
373 |
Deyim |
talk until one is blue in the face f.
|
dili damağı kurumak |
|
374 |
Deyim |
stop one dead in one's tracks f.
|
donakalmak |
|
375 |
Deyim |
have one foot in the grave f.
|
gözü toprağa bakmak |
|
376 |
Deyim |
have one foot in the grave f.
|
gidici olmak |
|
377 |
Deyim |
have one foot in the grave f.
|
elden ayaktan düşmek |
|
378 |
Deyim |
have as much chance as a one-legged man in a butt kicking contest f.
|
hiç şansı olmamak |
|
379 |
Deyim |
have it in one f.
|
gerekli cesareti olmak |
|
380 |
Deyim |
put one foot in front of the other f.
|
işleri dikkatlice ve sırasıyla yapmak/kitabına göre yapmak |
|
381 |
Deyim |
make somebody putty in one´s hands f.
|
mum etmek |
|
382 |
Deyim |
be one in the eye for somebody f.
|
kapak olmak |
|
383 |
Deyim |
complain till one is blue in the face f.
|
makineli tüfek gibi konuşmak |
|
384 |
Deyim |
have one foot in the grave f.
|
ölüme yakın olmak |
|
385 |
Deyim |
make somebody putty in one´s hands f.
|
muma döndürmek |
|
386 |
Deyim |
make somebody putty in one´s hands f.
|
muma çevirmek |
|
387 |
Deyim |
have one foot in the grave f.
|
ölüme yaklaşmış olmak |
|
388 |
Deyim |
pay one back in his own coin f.
|
öcünü almak |
|
389 |
Deyim |
have one foot in the grave f.
|
ölmek üzere olmak |
|
390 |
Deyim |
have just one oar in the water f.
|
kafası karışık olmak |
|
391 |
Deyim |
burn one's bridges in front of one f.
|
kendi kendini yakmak |
|
392 |
Deyim |
have just one oar in the water f.
|
salim kafayla düşünememek |
|
393 |
Deyim |
put all one's eggs in one basket f.
|
sermayeyi kediye yüklemek |
|
394 |
Deyim |
complain till one is blue in the face f.
|
sürekli dırdır etmek |
|
395 |
Deyim |
leave one out in the cold f.
|
soğuk davranmak |
|
396 |
Deyim |
have just one oar in the water f.
|
sağlıklı düşünememek |
|
397 |
Deyim |
put one foot in front of the other f.
|
zar zor adım atmak |
|
398 |
Deyim |
put all one's eggs in one basket f.
|
varını yoğunu tehlikeye atmak |
|
399 |
Deyim |
be up to one' ears in something f.
|
(yoğunluktan vb) bir şeye gömülmüş olmak |
|
400 |
Deyim |
have it in one f.
|
yeteneği olmak |
|
401 |
Deyim |
put one foot in front of the other f.
|
zorla adım atmak |
|
402 |
Deyim |
put all one's eggs in one basket f.
|
varını yoğunu riske atmak |
|
403 |
Deyim |
put one foot in front of the other f.
|
(hata yapmamak adına) adımlarını dikkatli atmak |
|
404 |
Deyim |
leave one out in the cold f.
|
yüz vermemek |
|
405 |
Deyim |
be up to one' ears in something f.
|
(bir şeye) gırtlağına kadar batmış olmak |
|
406 |
Deyim |
cut (one) down in (one's) prime f.
|
kariyerinin zirvesindeyken ölmek |
|
407 |
Deyim |
cut (one) down in (one's) prime f.
|
hayatının baharında ölmek |
|
408 |
Deyim |
cut (one) down in (one's) prime f.
|
hayatının en parlak evresinde ölmek |
|
409 |
Deyim |
cut (one) off in (one's) prime f.
|
kariyerinin zirvesindeyken ölmek |
|
410 |
Deyim |
cut (one) off in (one's) prime f.
|
hayatının baharında ölmek |
|
411 |
Deyim |
cut (one) off in (one's) prime f.
|
hayatının en parlak evresinde ölmek |
|
412 |
Deyim |
cut (one) down in (one's) prime f.
|
bir şeyin yarıda kesilmesine neden olmak |
|
413 |
Deyim |
cut (one) down in (one's) prime f.
|
yarıda kesilmek |
|
414 |
Deyim |
cut (one) down in (one's) prime f.
|
en parlak/başarılı döneminde bir engelle karşılaşmak |
|
415 |
Deyim |
cut (one) down in (one's) prime f.
|
en parlak/başarılı dönemi yarıda kalmak |
|
416 |
Deyim |
cut (one) down in (one's) prime f.
|
en güzel zamanların yarıda kalmasına neden olmak |
|
417 |
Deyim |
cut (one) down in (one's) prime f.
|
zirvede bırakmak zorunda kalmak |
|
418 |
Deyim |
hit (one) in the eye f.
|
(birinin) gözünü almak |
|
419 |
Deyim |
hit (one) in the eye f.
|
(birinin) gözünü kamaştırmak |
|
420 |
Deyim |
hit (one) in the eye f.
|
(birinin) ilgisini çekmek |
|
421 |
Deyim |
hit (one) in the eye f.
|
(birinin) gözüne çarpmak |
|
422 |
Deyim |
find (one) with (one's) fingers in the till f.
|
(birini) suçüstü yakalamak |
|
423 |
Deyim |
find (one) with (one's) fingers in the till f.
|
(birini) iş üstünde yakalamak |
|
424 |
Deyim |
find (one) with (one's) fingers in the till f.
|
(birini) para çalarken yakalamak |
|
425 |
Deyim |
find (one) with (one's) fingers in the till f.
|
(birini) iş yerinden para çalarken yakalamak |
|
426 |
Deyim |
find (one) with (one's) fingers in the till f.
|
(birini) iş yerinden para sızdırırken yakalamak |
|
427 |
Deyim |
find (one) with (one's) hand in the till f.
|
(birini) suçüstü yakalamak |
|
428 |
Deyim |
find (one) with (one's) hand in the till f.
|
(birini) iş üstünde yakalamak |
|
429 |
Deyim |
find (one) with (one's) hand in the till f.
|
(birini) para çalarken yakalamak |
|
430 |
Deyim |
find (one) with (one's) hand in the till f.
|
(birini) iş yerinden para çalarken yakalamak |
|
431 |
Deyim |
find (one) with (one's) hand in the till f.
|
(birini) iş yerinden para sızdırırken yakalamak |
|
432 |
Deyim |
catch (one) with (one's) fingers in the till f.
|
(birini) suçüstü yakalamak/basmak |
|
433 |
Deyim |
catch (one) with (one's) fingers in the till f.
|
(birini) iş üstünde yakalamak/basmak |
|
434 |
Deyim |
catch (one) with (one's) fingers in the till f.
|
(birini) para çalarken yakalamak/basmak |
|
435 |
Deyim |
catch (one) with (one's) fingers in the till f.
|
(birini) iş yerinden para çalarken yakalamak/enselemek |
|
436 |
Deyim |
catch (one) with (one's) fingers in the till f.
|
(birini) iş yerinden para sızdırırken yakalamak/enselemek |
|
437 |
Deyim |
have (one) in fits f.
|
(birini) kahkahalarla güldürmek |
|
438 |
Deyim |
have (one) in fits f.
|
(birini) kahkahalara boğmak |
|
439 |
Deyim |
have (one) in fits f.
|
(birini) çok güldürmek |
|
440 |
Deyim |
have (one) in fits f.
|
(birini) gülmekten yerlere yatırmak |
|
441 |
Deyim |
have (one) in fits f.
|
(birini) gülmekten öldürmek |
|
442 |
Deyim |
do (one) in the eye f.
|
(birinin) yoluna taş koymak |
|
443 |
Deyim |
do (one) in the eye f.
|
(birinin) gözünü oymak |
|
444 |
Deyim |
do (one) in the eye f.
|
(birinin) işine çomak sokmak |
|
445 |
Deyim |
do (one) in the eye f.
|
(birinin) işini baltalamak |
|
446 |
Deyim |
do (one) in the eye f.
|
(birinin) hakkını yemek |
|
447 |
Deyim |
point (one) in the right direction f.
|
(birine) doğru yolu/yönü göstermek |
|
448 |
Deyim |
point (one) in the right direction f.
|
(birine) yolu göstermek |
|
449 |
Deyim |
point (one) in the right direction f.
|
(birine) yolu/yönü işaret etmek |
|
450 |
Deyim |
point (one) in the right direction f.
|
(birine) yolu/yönü işaret ederek göstermek |
|
451 |
Deyim |
pay (one) back in kind f.
|
yaptığı kötülüğün karşılığını (birine) aynı biçimde ödetmek |
|
452 |
Deyim |
pay (one) back in kind f.
|
(biriyle) ödeşmek |
|
453 |
Deyim |
pay (one) back in kind f.
|
(birine) misillemede bulunmak |
|
454 |
Deyim |
pay (one) back in kind f.
|
(birine) kısasa kısas yapmak |
|
455 |
Deyim |
pay (one) back in kind f.
|
kana kan/göze göz/dişe diş istemek |
|
456 |
Deyim |
be in good odor with (one) f.
|
(biriyle) arası iyi olmak |
|
457 |
Deyim |
be in good odor with (one) f.
|
(biriyle) iyi anlaşmak |
|
458 |
Deyim |
be in good odor with (one) f.
|
(biriyle) ilişkisi iyi olmak |
|
459 |
Deyim |
be in good odor with (one) f.
|
(birinin) gözdesi olmak |
|
460 |
Deyim |
be in good odor with (one) f.
|
(biriyle) iyi geçinmek |
|
461 |
Deyim |
do something in/at one sitting f.
|
bir oturuşta yapmak |
|
462 |
Deyim |
do something in/at one sitting f.
|
bir seferde yapmak |
|
463 |
Deyim |
be in the bad graces of (one) f.
|
(birinin) gözünden düşmek |
|
464 |
Deyim |
be in the bad graces of (one) f.
|
(birinin) hoşnutsuzluğunu kazanmak |
|
465 |
Deyim |
be in the bad graces of (one) f.
|
(birinin) saygısını kaybetmek |
|
466 |
Deyim |
have (something) in store (for one) f.
|
(biri için bir şeyi) bekletmek |
|
467 |
Deyim |
have (something) in store (for one) f.
|
(biri için bir şeyi) hazır bulundurmak |
|
468 |
Deyim |
catch (one) with (one's) hand in the till f.
|
(birini) kendi iş yerinden/iş vereninden para çalarken yakalamak |
|
469 |
Deyim |
see (one) in hell before (doing something) f.
|
dünyada yapmam |
|
470 |
Deyim |
see (one) in hell before (doing something) f.
|
imkanı yok yapmam |
|
471 |
Deyim |
see (one) in hell before (doing something) f.
|
yapmam imkansız |
|
472 |
Deyim |
see (one) in hell before (doing something) f.
|
alsa yapmam |
|
473 |
Deyim |
want (something) like (one wants) a hole in the head f.
|
(bir şeye) hiç ihtiyacı olmamak |
|
474 |
Deyim |
want (something) like (one wants) a hole in the head f.
|
(bir şeye) hiçbir şekilde ihtiyaç/istek/lüzum duymamak |
|
475 |
Deyim |
want (something) like (one wants) a hole in the head f.
|
(bir şeyi) zerre kadar istememek |
|
476 |
Deyim |
want (something) like (one wants) a hole in the head f.
|
(bir şeye) hiçbir şekilde gereksinim duymamak |
|
477 |
Deyim |
want (something) like (one wants) a hole in the head f.
|
(bir şeyin) en ufak eksikliğini çekmemek |
|
478 |
Deyim |
want (something) like (one wants) a hole in the head f.
|
(bir şeye) kesinlikle lüzum/istek duymamak |
|
479 |
Deyim |
want (something) like (one wants) a hole in the head f.
|
(bir şeye) karşı hiç istek duymamak |
|
480 |
Deyim |
want (something) like (one wants) a hole in the head f.
|
(bir şeyi) hiç ama hiç istememek |
|
481 |
Deyim |
want (something) like (one wants) a hole in the head f.
|
(bir şey) istediği/ihtiyaç duyduğu en son şey olmak |
|
482 |
Deyim |
hold (something) in store (for one) f.
|
(biri için bir şeyi) bekletmek |
|
483 |
Deyim |
hold (something) in store (for one) f.
|
(biri için bir şeyi) hazır bulundurmak |
|
484 |
Deyim |
be looking (one) in the face f.
|
kaçınılmaz olmak |
|
485 |
Deyim |
be looking (one) in the face f.
|
önlenemez hale gelmek |
|
486 |
Deyim |
be looking (one) in the face f.
|
olması/problem yaratması neredeyse kesin olmak |
|
487 |
Deyim |
be looking (one) in the face f.
|
belli olmak |
|
488 |
Deyim |
be looking (one) in the face f.
|
gün gibi ortada/açık olmak |
|
489 |
Deyim |
be looking (one) in the face f.
|
gözünün önünde olmak |
|
490 |
Deyim |
lay (one) out in lavender [obsolete] f.
|
ölü bir bedeni gömülmeye hazırlamak |
|
491 |
Deyim |
lay (one) out in lavender [obsolete] f.
|
(birini) öldürmek |
|
492 |
Deyim |
lay (one) out in lavender [obsolete] f.
|
canına okumak |
|
493 |
Deyim |
lay (one) out in lavender [obsolete] f.
|
fırça atmak |
|
494 |
Deyim |
take (one) in tow f.
|
(birine) yardım etmek |
|
495 |
Deyim |
take (one) in tow f.
|
(birine) yol göstermek |
|
496 |
Deyim |
take (one) in tow f.
|
(birine) rehberlik etmek |
|
497 |
Deyim |
put (one) in a bad mood f.
|
(birinin) keyfini kaçırmak |
|
498 |
Deyim |
put (one) in a bad mood f.
|
(birini) mutsuz etmek |
|
499 |
Deyim |
put (one) in a bad mood f.
|
(birini) kızdırmak |
|
500 |
Deyim |
put (one) in the way of (something) f.
|
(birine bir şeye) ulaşma şansı vermek |
|